Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 Tarihonline.com (Online Tarih Portal - Forum Sitesi)  »
 Osmanlı Tarihi
17.04.2014- 21:16

Osmanli Devleti'nin üç büyük kurucusundan biri olan I. Murad, kanun ve nizamlara saygili, teskilatçi ve komutanlik özelliklerini tasiyan bir hükümdardi. Az ve öz konusan padisahin, iyiliksever ve merhametli bir kisiligi oldugu için kendisine "Hüdâvendigâr" lakabi verilmisti.

Osmanli tarihinde Murad Hüdâvendigâr ve Gâzi Hünkâr adlari ile anilip söhret kazanan bu hükümdar, Orhan Gazi'nin 6 oglundan yas itibari ile dördüncüsüdür. Latin kaynaklarinda Amurad adi ile anilir.

Annesi, Yarhisar tekfurunun kizi Nilüfer Hatun'dur. Daha önce de belirtildigine göre dogumu 1326 senesidir. Ana bir kardesi olan Süleyman Pasa'nin ölümü üzerine o tarihlerde 36 veya 37 yaslarinda bulunan Murad, ahiler ve komutanlarin karari ile Bursa'ya davet edilerek hükümdar ilan edilmistir. Bazi kitâbe ve eserlerde "Meliku'l-Âdil el-Gâzi es-Sultan Giyasu'd-Dünya ve'd-Din Ebu'l-Feth, Sihabu'd-Din" gibi ünvanlari tasidigi da görülmektedir.

Ordu ile milletin göz bebegi durumunda bulunan ve çok sevilen Sehzade Süleyman'in ölümü üzerine, veliahd olup babasinin tahtina geçen Murad, veliahd olarak yetistirilmemis olmasina ragmen hükümdarlik sorumluluklarini devr alirken tereddüt ve saskinliga düsmeden yerine siki basip oturmustu. Çünkü o, babasinin vefatindan önce Rumeli'de esas kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya'da gerçeklestirdigi fetihlerle ün kazandigi gibi idare ve yönetim isinde de pismisti. O, Bizans'a karsi yapilan fütuhat ve kazanilan zaferlerin temsilcisi durumunda idi. Bu sebeple de devlet islerinde büyük bir nüfuza sahip olan ahi ve gazilerin destegini alarak tahta geçti. Tahta geçince, babasinin Trakya'da izlemekte oldugu fetih siyasetini devam ettirmek istiyordu. onun, Rumeli'deki harp sahasindan ayrilip Bursa'ya gelmesi üzerine Bizans kuvvetleri taarruza geçerek Türklerin elinde bulunan Burgaz, Çorlu ve Malkara'yi geri alip, Türk kuvvetlerini sahile dogru çekilmeye mecbur ettiler. Bunun üzerine Sultan Murad, Rumeli'ye dönmek isterken Asya'da meydana gelen olaylar yüzünden Avrupa'daki tasavvurlarini geciktirmek zorunda kaldi.

ANKARA'NIN YENIDEN ZAPTI

Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan kalkmasindan sonra bu devletin mirasçilari durumunda bulunan on bey arasinda kendisini en kuvvetli hisseden Karaman Beyi olmustu. Bu bey, Osmanlilarin her an artmakta olan güçlerinin kendisi için tehlike meydana getirdigini sezip Osmanlilarin son tesebbüslerinden de endiselenince onlara karsi ahiler ile Eretna Beyi'ni kiskirtmaya basladi.

Ankara, daha önce Sivas ve Kayseri bölgesinin hükümdari olan Alaeddin Eretna'ya ait iken, onun ölümünden sonra 1354 yilinda Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa tarafindan zapt edilerek Osmanli topraklarina katilmisti. Orhan Gazi'nin vefati üzerine Karamanoglu ile Sivas hükümdari Giyaseddin Mehmed'in tesvikleri ile Ankara ahileri, sehirdeki Osmanli muhafizlarini kovarak daha önceki beylerinin idare ve yönetimine döndüler. Devamli olarak Ankara'yi kendi beyliginin hakimiyeti altinda kabul eden Eretna Beyi, Karamanogullarinin tesvikiyle tekrar Ankara'ya hakim duruma gelmisti.

Sultan Murad, hem Rumeli hem de Anadolu'da meydana gelen bu tehlikeli durumda ne yapilmasi gerektigi hususunda ulema ve devlet erkâni ile istisarede bulundu. Tehlikeli bir durum arzeden kardesler ve Ankara probleminin çözümü için karar ve fetva aldi. Bunun üzerine Sultan I. Murad Lala Sahin Pasa'yi Rumeli'de kaymakam birakip 25 bin askerle Ankara üzerine yürüdü. Bu esnada Eretna Beyligi'nin idaresinden memnun olmayan sehir halki ve ahiler, mukavemet etmeden sultani törenle karsilayarak ona hediyeler takdim ettiler. Böylece sehir yeniden Osmanli hakimiyetine geçmis oldu.

Hoca Saadeddin Efendi, Ankara'nin yeniden zaptini anlatirken enteresan bazi noktalara da temas eder. Karamanlilarin ortaligi karistirmak için Ermenilerle de is birligi yaptigini ve Müslüman halka zulmetmek üzere anlastiklarini anlatarak söyle der:

"Sultan Murad, Allah'in yardim ve keremi eseri olarak sahlik tahtina oturunca ilk isi halkin ve askerlerin ihtiyaçlarini görmek ve Hz. Peygamber'in seriatini yerine getirmek olmustur. Böylece halkin dileklerini yoluna koyduktan sonra Rumeli yakasinda olan askerlerin, baslarinda bir komutan ve serdarin bulunmamasi yüzünden sikinti içinde olduklarini ve keremli padisahlarinin yolunu gözlediklerini bildiginden, cihad niyetiyle ülkeler feth etmek üzere o tarafa yönelmisti. Anadolu'da ise "bazi hukkam ve mulûk, sikak ve nifak üzre ittifak meslegine sülûk edüp hususa valiyan-i Karaman ve Ermeniye-i sugra (Karaman idarecileri ve Küçük Ermenistan) ve civarlarinda olan bazi kötü niyetli beylerin baslica emelleri Osmanli topragini yagmalamak oldugundan hünkârin Gelibolu'ya yöneldigini ögrenince bir araya gelip bazi kararlar ve gizli tedbirler almakta kusur etmemislerdi. Sonu ayrilik ve fesad olacak bu düsünce ile and içip el baglamislar. Ayrica çevredeki kâfir hükümdarlara da kararlarini duyurmuslardi. Böylece Islâm ülkelerini yagmalamak, Müslümanlara zarar ve ziyanda bulunmak için, Seytan'in bu takimi ile gönül ve dil birligi etmislerdi. Böylece Islâm'in geregini bir kenara birakip müsrik ve kin ehli ile is birligi edip bütün Osmanli ülkesini çarpip yakmak konusunda anlasmislardi. Bunun için de bazi bölgelere (hudud boylari) saldirarak Bursa ve Iznik üzerine yürümeye kalkismislardi. Durum, melekler ordusunun sahi olan sultanin esigine iletilince din bilginlerini ve isleri yöneten fukahayi toplamis, onlara amacimiz ve emelimiz dinimize destek olmak "kâfirler ve münafiklarla cihad et" (Kur'an, et-Tevbe 73) emrine uymaktir. Bu emirdeki siraya uyarak önce kâfirlerin fitnesini def etmek, yaramazlarin zararina son vermek için bu diyara gelmistik. Fakat simdi kulagimiza Karaman beylerinin çevrelerindeki azgin topluluklarla birlikte Islâm ülkelerini yagmalamak konusunda is birligi ettikleri, bazi bölgeleri yakip yiktiktan sonra Iznik ve Bursa üstüne düstükleri haberi geldi. Bu nifak takiminin büyük ülkeme yaklasmis olduklari su sirada zararlarini ortadan kaldirmaya, saçtiklari fitne atesini söndürmeye çalismazsak, Islâm ülkeleri harap, halk ve köylüler de berbat olurlar. Hal böyle olunca ulemanin fetvasi ve akil sahibi kisilerin görüsleri nedir diye sormustu. Faziletli kisiler topluca, tehlikenin def edilmesi isinin öne alinmasindan yana görüs bildirdiler. Münafiklarin ortaya çikardiklari karisikligin aradan giderilmesinin önemini belirttiler. Bunun üzerine Gâzi Hüdâvendigâr da ulemanin fetvasini bayrak ve rehber edinerek Anadolu yakasina geçti. Zaferleri tasiyan askerleri ile Karaman beylerini ülkesinden çikarip sinir boyunu tutmak için Ankara kalesini kusatti. Bu arada ol nifak ehli ile is birligi eden bazi yaramazlari ve kötü yolun yolcularini yakalayip, bunlara katilanlar veya onlardan umut bekleyenler kirilip dökülünceye kadar kovaladi. Ankara'ya sahib olan istiklâl davasina düserek bu kaleyi ve çevresini ele geçiren Ahi adini tasiyan cemaat, adalet issi Sultan Murad Han Gazi'nin yüce kuvvetini ve erisilmez gücünü görünce direnmeye imkân olmadigini anlamislar, hediye ve armaganlar derleyip padisahlara has peskeslerle sultanin otagina gelmisler, boyun egdiklerini bildirip kalenin anahtarlarini teslim etmislerdi. Onlarin bu tutumu padisahlik merhametine, sahlik yüceligine uygun düstügünden tamami devlet hizmetine alindilar. Kale ile hisarin korunmasi için asker ve dizdar birakildiktan sonra yakin çevrede bulunan bazi kaleler de yöneticilerinin elinden alinarak Osmanli ülkesine katildi. Bu güzel sehir, yani Ankara pek çok geliri olan bir beldedir. Tarim ürünleri yaninda zirh yapimiyla da taninmistir. Ayrica yün, moher ve daha baska nefis kumaslar burada dokunurdu. Bunlar, Iran, Arabistan, Bizans ve Prenk diyarina yollanirdi.

O dönemlerin, büyük ölçüde tarim ve hayvanciliga dayali gelismis ekonomisi ile temayüz eden Ankara, birçok devlet ve beyligin dikkatlerini üzerinde topluyordu. Bunun içindir ki Ankara'dan bahsederken Hammer de söyle söyleyecektir:

"Iskender'in, Küçük Asya'daki fetihlerinin kuzey noktasi olan bu sehir, Hilafetin ve Bizans Imparatorlugu'nun yükselis çaglarinda Amuryum (Anamur) gibi, Kostantiniyye (Istanbul) ve Islâm hükümdarlari arasinda sürekli bir çekisme konusu idi. Harun Resid ile Me'mun Ankara'yi feth ettiler.

Harun Resid, Dogu Roma Imparatorlugu arazisi üzerindeki zaferinin hatirasini ebedilestirmek için Ankara'nin muhtesem iki kapi kanadini Bagdad'a nakl ettirdi. Ankara'nin elde bulunmasi, Murad için önemli idi. Zira Orta Asya ticaretinin merkezi, Suriye ve Ermenistan'dan Türkiye ve Kilikya sahillerine giden yollarin merkez noktasi idi. Küçük Asya'nin en zengin vilayetlerinden biri olan Ankara, eski çaglarda yagli kuyruklu koyun sürüleri, uzun ve yumusak tüylü keçileri ile meshur oldugu gibi zamanimizda dahi örtüleri, yünleri, bina harçlarinin saglamligi, otuz alti çesidi sayilan armutlarinin lezzeti, elmalari, üzümleri gibi meyveleri de az söhretli degildir. Ayas sulari da kaplica olmak ve içilmek için en sifali sulardir. Keza Ankara, pehlivan yetistirmek ve ibadethaneleri ile de söhret kazanmistir.

SULTAN MURAD'IN TESKILATÇILIGI

Murad Hüdavendigâr, Ankara'yi alip Karaman beyi tarafindan yapilan kiskirtmalarin sebep oldugu karisikliklari da bastirdiktan sonra gözlerini Avrupa'ya çevirdi. Bu arada Sultan Murad, zamanin gerektirdigi bazi yeni kanun ve tesislere de bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim kendisinden önce bir sefere baslamadan evvel o çagda en büyük ve mertebe bakimindan en yüksek sayilan taht merkezi olan Bursa kadiliginin, ordu kadiligi ile birlestirilmesini emr eder. Böylece ilk defa "kadiaskerlik müessesesi" dogmus oldu. Böyle bir müessesenin teskiline de ihtiyaç vardi. Çünkü daha önce her sefere çikista rütbesi en yüksek olan taht kenti kadisi, seferlerde anlasmazliklari çözer, askerlerin törelere göre nizam içinde hareket etmelerine bakardi. Murad zamaninda asker sayisinda meydana gelen büyük artis, böyle bir makamin ihdasina ihtiyaç gösterdi. Savasta ve barista islerin yürütülmesi, anlasmazliklarin giderilmesi, her türlü özel durumlarin incelenmesi ve terekenin hesaplanmasi görevlerinin kadiaskerlere birakilmasi uygun görüldü. Böylece bu göreve getirilen kimse, asker olan ve olmayan idareciler üzerinde üstün bir kontrol hakkina sahip bulunacaktir. O siralarda Bursa Kadisi olan Çandarli (Cendereli) Kara Halil Hayreddin Pasa en selahiyetli kisilerden ve kadilarin en ulularindan oldugu için bu göreve getirilmis oldu.

Sultan Murad, zaman ve sartlarin gerektirdigi yenilikleri yapma ve tedbirlere bas vurmaktan çekinmiyordu. Gerçekten, atalari en büyük çocuklarini ordulara komutan tayin ederek onlari beylerbeyi sifati ile ülkeler zapt etmeye gönderiyorlardi. Sultan Murad'in, delikanlilik çagina gelmis oglunun bulunmamasindan dolayi en kidemli beylerden ve saltanatin temel direklerinden olan Lala Sahin Bey'in, asker ve ordunun tertibi, savas araçlarinin saglanmasi için "beylerbeyilik" görevi ile basa geçirilmesi uygun görülmüstü. Bundan sonra o, deniz kenarinda, sayisiz askerin karsi tarafa geçisini saglayacak gemiler yaptirmakla da görevlendirildi.

Hammer, Beylerbeyligin, hanedanin disindan birine verilmesini daha degisik bir açidan degerlendirerek söyle der:

"Lala Sahin, beylerbeyi ünvaniyla Osmanli ordularina bas komutan oldu. Beylerbeyi me'muriyeti Ayni zamanda vezirlik görevini de içine almaktadir önceki padisahlar zamaninda onlarin en yakin akrabasina veya büyük ogullarina verilirdi. Nasil ki Orhan'in biraderi Alaeddin ve ondan sonra oglu Süleyman'in bu iki hizmeti idare ettiklerini görmüstük. Murad, bu sistemde bir karisiklik ve saltanat için bir tehlike sezerek bundan sonra ogullarini müsavere meclisine kabul etmemek ve asker bas komutanligini yabancilara tevdi' etmek suretiyle eski usûlü bozdu. Hükümete yeni bir güven veren bu sistem, Birinci Murad'dan sonra gelenler tarafindan da degistirilmemis ve ona uyulmustur.

SULTAN MURAD'IN RUMELI SIYASETI

Lala Sahin Pasa'nin orduyu toplamasi ve askerî hazirliklarin yapilmasindan sonra Rummeli yakasina geçildi. Padisah ilk önce kardesi Süleyman Pasa'nin mezarini ziyaret edip onun adina ve sevabi ona ait olmak üzere sadaka dagitmisti. Sultan Murad bununla da yetinmeyerek onun adina vakiflar tesis etmisti. Bundan sonra hükümdar cihad için yoluna devam etmisti. Ilk önce Gelibolu'dan fazla uzakta bulunmayan ve Elespon üzerinde kurulmus olan Bontos kalesi kusatildi. Kale tekfuru böyle sayisiz ve heybetli bir ordunun karsisinda tutunamayacagini anlayip kaleyi teslim eyledi. Bundan sonra da Çorlu üzerine yürüyen Sultan Murad, orayi da fethederek yeniden ele geçirdi. Daha önce belirtildigi gibi Edirne'ye varip orayi da fetheden Murad Hüdavendigâr, artik Balkanlar'da yerlesmek, mekan tutmak ve orayi yurt edinmek üzere buraya yerlesir.

Bilindigi gibi Edirne, Meriç, Tunca ve Arda nehirlerinin kavsak noktasinda bulunmaktadir. Bu bakimdan buranin gülsuyu ve gülyagi Misir ve Iran'dakilerle boy ölçüsecek bir durumdaydi. Sabunu, Suriye sabunlarini, sekerlemeleri Konya'ninkileri aratmazdi. Yerinin ve halkinin güzelligi dillere destandi. Osmanlilar, burayi Cenab-i Hak tarafindan özellikle korunan ve medeniyetçe pek ileri bir sehir saymislardir. Burasi sehri süsleyen yapilar, saraylar, çarsilar, camiler, okullar ve köprüler bakimindan pek çok seyyahin dikkatini çekmekteydi.

Gerçekten de Edirne, askerlik, siyaset ve ticaret münasebetleri bakimindan sahip oldugu stratejik mevkii dolayisiyla Osmanli padisahlarinin taht merkezi olmaya degerdi. Bununla beraber Sultan Murad, ikametgah olarak Dimetoka'yi seçmis ve orada bir saray yaptirmisti. Sultan Murad'in, Edirne yerine Dimetoka'yi seçmesinin sebebi, o dönemde Dimetoka'nin daha bayindir ve mamur olmasi ile sarayinin Edirne'dekine göre daha iyi olmasi olarak gösterilmektedir. Padisah, Beylerbeyi Lala Sahin Pasa'nin Edirne'de oturmasini ve Kuzey Trakya'da fetihlere devam etmesini istemisti. Bu arada Evrenos da bu bölgenin güneyinde Gümülcine ve Vardar gibi yerleri aldi. Bu iki sehirde Evrenos'un hatirasi, sadece bunlari feth etmis oldugu için degil, fakat birçok cami ile kervansaray yaptirdigi ve onlar için yeteri kadar tahsisat bagladigi için de sakli kalmistir. Lala Sahin'e gelince o, zafer sancaklarini Balkan eteklerine kadar ulastirmis ve en önemli yerlerden olup Belgrad'a kadar bütün memlekete pirinç vermekte olan iki Zagra (Eski ve Yeni) ile Filibe'yi almistir. Lala Sahin de Evrenos gibi Osmanli ülkesine kattigi sehirlere ziynet veren ihtisamli yapilarla adini yasatmistir. Bunlar arasinda Filibe'de iki ok atimi uzunlugunda ve iki arabanin yanyana geçebilecegi bir tas köprü anilabilir.

Lala Sahin Pasa'nin, Zagra'yi feth etmesinden sonra Osmanlilarin eline pek çok esir düsmüstü. Esir sayisi o kadar artmisti ki, bir adamin degeri yüz yirmi bes akça gibi çok az sayilabilecek bir meblaga düsürmüstü. Hoca Saadeddin Efendi, gerek bu dönem ve gerekse önceki dönemde ortaya çikan "Pencik vergisi” hakkinda bilgiler verir. Buna göre Karaman'da dogan fakih Kara Rüstem, Karaman'dan Sultan Birinci Murad'in yanina gelir. Elde edilen diger ganimetlerin taksiminde olan uygulamanin esirler konusunda uygulanmadigini ve seriatin emr ettigi beste bir vergi ödemenin yapilmadigini görür. Bunun üzerine hemen devrin kadiaskeri olan Çandarli Kara Halil'in huzuruna çikip diger ganimetlerden alindigi gibi esirlerden de beste bir hissenin devlet için alinmasi gerektigini söyler. Çandarli Halil'in, durumu Sultan'a arz etmesi üzerine o da Kur'an ve Sünnetin gereginin yerine getirilmesini ister. Durumun takdiri için toplanan bir hey'et, her esir için 125 akça fiyat takdir eder. Bu fiyatin beste biri olan 25 akçanin pencik (humus) vergisi olarak devlet adina alinmasina, bu isin tedviri için de Kara Rüstem'in memur edilmesine karar verir.

Sultan Murad, Edirne'den Bursa'ya dönünce komsu hükümdarlara Edirne'nin feth edildigine dair fetihnameler gönderdi. Bunlardan birinin örnegi Feridun Bey Münseati (I, 93)'te verilmektedir.

BALKANLAR'DA OSMANLILAR'A KARSI KURULAN ILK ITTIFAK VE SIRP SINDIGI SAVASI

Osmanlilar, ele geçirdikleri yerlerde teskilât kurup arazi islerini tanzim etmeye çalisirlarken, Sirp ve Bulgarlar da Edirne ile Filibe'nin geri alinmasi için faaliyetlerde bulunup papa vasitasiyle Avrupa'yi harekete geçirmek istiyorlardi. 1364 yilinda Filibe'yi Osmanlilara teslim ederek ailesi ile birlikte Sirbistan'a gitmis olan Rum kale komutani, Sirbistan krali besinci Uros'a bas vurarak Türk kuvvetlerinin azligindan bahis ile onu Osmanlilar aleyhine kiskirtir. Sayet simdi bu isin üzerine ciddiyetle varilmaz ve göz yumulacak olursa vaziyetin ileride çok daha vahim olacagini bildirir. Bundan baska Papa V. Urban'in tesviki ile Macar Krali Layos basta olmak üzere Bulgar, Sirp, Eflak ve Bizanslilar arasinda bir ittifak saglanir. Balkanlar üzerinde bir nüfuz kurmak isteyen Macar Krali, bu ittifak neticesinde Osmanlilara karsi yapilan sefere bizzat istirak eder. Müttefik kuvvetlerin, Türkleri Balkanlardan atmak için Meriç vadisi boyunca Edirne'ye dogru yürümesi üzerine Edirne'de bulunan Lala Sahin Pasa, bu tehlikeli durum karsisinda derhal Bursa'da bulunan Sultan I. Murad'a haber göndererek yardim ister. O, bununla da kalmayarak, maiyyetindeki komutanlardan Haci Ilbeyi'ni de 10.000 kisilik bir kuvvetle ileri gönderir. Haci Ilbeyi, müttefikler Meriç nehrini geçtikten sonra onlara yetisebilmisti.

Haci Ilbeyi, Meriç nehrini geçen ve kendilerine mukabele edilmedigi için pervasizca hareket eden düsmanin gaflet ve sarhoslugundan istifade edip cesurane bir karar verir. Haci Ilbeyi 10.000 kisilik akinci kûvveti ile gece yarisi düsman ordugâhina üç koldan baskin yapar. Asil büyük Türk ordusunun kendilerini bastigini zanneden Haçlilar, büyük bir bozguna ugradilar. Bir kismi kirildi, bir kismi da Meriç'te boguldu. Gün dogarken kalabalik düsman ordusunun imha edilmeyen döküntüleri kendilerini Meriç nehrine zor attilar. Bunlardan büyük bir kismi da nehirde boguldu. Macar krali Layos ise canini zor kurtardi. Rivayete göre bu kurtulusunu devamli olarak boynuna asili vaziyette üzerinde tasidigi Meryem'in tasvirine haml ettigi için memleketine döndügünde bir sükrane isareti olarak onun adina bir kilise yaptirmisti.

Osmanli tarihlerinde Sirp Sindigi, yabanci tarihlerinde ise Meriç veya Çirmen muharebesi diye bildirilen bu zafer ile Edirne ve Bati Trakya daha da emniyet altina alindi. Meriç nehri ise tamamen Osmanli kontrolüne girdi. Bu savasla Avrupa'da Osmanlilara karsi yapilan müsterek bir mukavemete büyük bir darbe indirildi. Sirp Sindigi savasi ile Türklerin Rumelide sür'atle ilerlemeleri saglandi. Bu sayede, Bosna'da oldugu gibi Balkan devletleri üzerinde de hakimiyet tesis etmek isteyen Macarlarin nüfuzu kirilmis oldu.

Macarlarla Türkleri ilk defa karsi karsiya getiren bu savas, düsmanda öyle bir korku izi birakmistir ki, Hammer'in ifadesiyle bu korkuyu ancak Hunyad (Kazikli Voyvoda) gibi birisi onu izale edebilmistir.

Osmanlilarin, Balkanlardaki basarisi, Papa'yi yeni bir ittifak kurulmasi arayis ve tesebbüsüne sevk etti. Bizans Imparatoru, Macar Krali ve Italya'daki prenslerle is birligi yapmaya çalisan Papa, Türklere karsi Haçli seferi açildigini bildiren bir bildiri yayinladi. Ancak buna tek ciddi cevap, Savoy Dükü U. Amadeo'dan geldi. Amadeo'ya bagli bir filo, 1366 yilinda

Gelibolu'yu ele geçirip tekrar Bizanslilara verdi. Fakat bu sirada Türkler, Trakya bölgesine, durumun kendilerini pek etkilemeyecegi kadar yerlesmislerdi. Zaten kisa bir süre sonra Gelibolu tekrar alinacakti.

Sultan Murad, müttefik düsman kuvvetlerinin Edirne üzerine geldikleri haberini alinca derhal kuvvetlerini toplayip yola koyuldu. Fakat daha önce yol üzerinde bulunan ve icabinda Rumeli'den dönerken korsan gemileri ile kendilerini tehdid edecek olan ve Katalan'larin elinde bulunan Biga'yi bizzat kendisi karadan, Edincik ve Gelibolu'dan getirttigi donanma da denizden muhasara etmisti. Böylece hem denizden hem de karadan kusatma altina alinan Biga zapt edilmisti. Biga'nin fethi esnasinda Sirp Sindigi zaferinin haberi gelmisti. Sultan buna çok sevinmis ve Allah'a hamd etmisti. Sultan Murad, Biga'daki evlerin gazilere taksim edilmesi ve kiliselerin cami haline getirilmesini de emr etmisti. Biga'nin fethinden sonra Bursa'ya dönen Sultan Murad, Sirp Sindigi muzafferiyetinin sükranesi olarak Bilecik'te bir cami. Yenisehir'de bir imâret ve Gazi Erenlerden Postin pus Baba'ya bir tekke; Bursa hisarinda bir cami ile Çekirge'de bir imâret, medrese, kaplica ve han yaptirmisti. Sultan Murad'in yaptirdigi bu hayir isleri ile ilgili olarak vakfiyesinden ögrendigimize göre o, bütün bunlari ahiret azigi olarak insa ettirmis ve bunlara vakiflar tahsis etmistir.

Anlasildigi kadari ile Osmanlilar, Trakya'da kazandiklari bu Sirp Sindigi zaferi ile gururlanip gevsemediler. Gerçek gayeleri, Balkanlar'da yerlesip yurt tutmak oldugundan bu Haçli seferi kendilerini ikaz ettigi için arkadan gelecek olan tehlikelere karsi daha çok hazirlikli bulunmayi gerektiren tedbirleri almaktan geri kalmadilar. Muharebe ve dönemin siyasî olaylari icabi 1365 yilinda devlet merkezini Bursa'dan Edirne'ye nakl ettiren Sultan Murad, kilicini yeniden kinindan çikarmak lazim geldigini anlamisti. Zira barut kokusunu yakindan almaya baslayan Hiristiyanlik âlemi, artik kendileri için ortaya çikan bu tehlikenin farkina varmis bulunuyordu. Bu sebeple Haçli seferlerini bir daha denemek isteyeceklerdi. Merkezin, Edirne'ye nakl edilmesinden sonra bu yeni taht sehri, saray, cami, medrese, imâret gibi hayir eserleri ile dolduruldu.

SÜNNET DÜGÜNÜ ve BURSA'DAKI HAYIR ESERLERI

Sultan Murad, Avrupa'da fetihlere devam etmek üzere Bursa'dan hareket etmeden önce üç sehzadesi Bâyezid, Yakub ve Savci'nin sünnet dügünlerini yapti. Gerek bu dügün gerekse Bursa'da yapilan eserler hakkinda Hoca Saadeddin, su bilgileri vermektedir:

"îhsan ve lütfu bol olan padisah, sapiklik yapilarini tek tek yikarak ülkeler feth ederken bütün puthaneleri viran eylemisti. Ama bundan sonra hayir yapilarini onarmak ve faydali binalari arttirmak gayesiyle bütün gayretlerini sarf etmisti. Iyilik yapmak, adaletle hüküm sürmek, halki koruyacak tedbirleri almaya devam etmek ve Hz. Peygamberin sünnetini yüceltmek için elinden geleni yapiyordu.

Tahtkent Bursa'da nüfus o kadar çogalmisti ki, cami ve mescidleri artirmak, imâret ve ibadethaneleri yeniden ele almak gerekiyordu. Çevre ülkelerde, güzel yaradilisli padisahin adaleti, ihsani ve basarili olanlari yükselttigi duyulmus oldugundan faziletli insanlar padisahin, otagini ziyarete heveslenmislerdi. Taninmis bilginlerin artisi ve kerem sahibi kisilerin çogalmasi her gün biraz daha kendini hissettirdiginden, gelip gidenleri agirlamak bu makamin sahibine aid olmakla ve geçmis hükümdarlarin tutumlari da dikkate alinarak âlimler ve fazilet sahibi kimseler için konaklayacaklari binalari yaptirmak da ona düsmüstü. Ilmin yayilmasi yolunda medrese ve egitim müesseseleri insa ettirilmesini öngördükleri kadar, temiz inançlari ve saf duygulan ile her zaman âbid, zâhid ve sâlih kisilerden, mesayih ve irsad sahiplerinden (mürsid) dilekleri oldugundan bu gibilere, yurtlarindan ayri düsenlere (garib), fakir ve zavallilara oturacaklari yerlerin yapilmasini da buyurmustu.

Anlatildigina göre bu mutlu günlerde Istanbul tekfuru, Yalova sahillerini yagmalamak ve Islâm topraklarina zarar vermek için bir kaç gemi ile asker göndermeye cesaret etmisti. Ama Allah'in yardimi, Islâm askerlerine siper olmus, böylece bu saskin gürûh (kalabalik) çevrilip yok edilmisti. Bu savasta ele geçirilenler arasinda bazi sanatkârlar da bulunuyordu. Öbür ganimetlerle birlikte bunlar da baglanarak padisahin otagina gönderilmislerdi. Bunlar içinde bir de becerikli ve hüner sahibi bir mimarin bulundugu anlasilinca hükümdar onu azad ederek yaptirilan hayir binalarina mimar ve usta basi tayin etmisti. Hükümdar, sarayin karsisina derhal bir cami yapilmasini emr etti. 767 (M. 1365) yilinda bu hayirli ise baslandi. Sehrin arka yakasinda hâlâ Kaplica adi ile bilinen temizlik ve güzelligi ile övülen bir hamam yaptirdi. Bunun yani basinda da bir imâret ve misafirhane ile mescid, mescidin üst katinda medrese ve ögrenci hücreleri insa ettirdi. Gerçekte bu iki cami de deger ve yapi bakimindan yerlerini bulmuslardir. Sofa ve eyvanlarinin genisligi, sütun ve kemerlerinin yapisi, iman ve inanan açik belgeleri olarak gözükür. Tamamlandiklari günden zamanimiza kadar sabahin ilk isiklarinin dogusundan uykuya çekilen ana kadar genis alanlarinda farz ve nafile namazlar eda olunur. Zikir ve tesbihler edilir. Yine Bursa'da, Gökdere'nin su taksim yerinde bulunan mescid de bu Gazi Hünkâr'in hayir eseridir. Ayrica Bilecik'te bir mescid, Yeni sehirde ise Postin pus demekle söhret bulmus olan dervis için de bir hankah yaptirmistir. Bunlara benzer daha nice yapilari vardir.

Padisahlik burcunun yildizlan, devlet gögünün pariltilari olan sehzadeleri ki her biri birer çinar gibiydiler. Yani bunlarin Bayezid Han, Yakub çelebi ve Savci Bey'in Hz. Peygamber'in sünneti geregince sünnet edilmeleri, ülkeler sahibi sultanin arzusu olmakla saltanat otaginda el baglamis kisiler, dügün hazirliklarini yapmak ve gereken tertibati almakla görevlendirildi.

Sözü edilen yilin ilk baharinda, çiçeklerin açtigi demde sevinç ve nes'e içinde öyle güzel dügün ve dernek edildi ki, bu gök kubbe, altin bir sahan gibi parlayan günes ve gümüs tabagi andiran ay'la donatildigindan beri, mislini görmemis. Isabetli tedbirler alan kisiler de benzerine rastlamamisti. Dernek kurulup davet edilenler yerlerini alinca sehzadelerin sünnet edilmeleri buyrulmustu. Ondan sonra seyhlere, bilginlere kiymetli hil'atler ve hediyeler verildi. Fakir ve fukara da kurulan sofralarda doyuruldu. En sonunda davetliler, kiymetli armaganlarini, sayisiz hediyelerini kerem sahibi sahin otagina sundular."

BALKANLAR'DA YENI FETIHLER

Sultan Murad, Bursa'dan Rumeli'ye geçip Bolonya zaferini kazandiktan sonra Edirne'ye dönmüs ve kisi orada geçirmisti. Bu esnada Vezir-i azam Çandarli Hayreddin Pasa'yi, Rumeli'nin bati yakasinda bulunan Borlu, Iskete (Iskeçe) ve Marolya kalelerini almak üzere buralara göndermisti. Evrenos Bey de Çandarli'nin idaresine verilmisti. Çünkü Evrenos Bey bu bölgeyi iyi taniyan bir kimse idi. Gümülcine'ye geldikleri zaman Hayreddin Pasa'nin bu sehirde kalmasi uygun görülerek Evrenos Bey, öbür beylerle birlikte Borlu ve Iskeçe üzerine yürüdü. Aldigi güzel tedbirlerle bu ülkeyi ele geçirip, halkini da yurtlarinda birakti. Kalelere de isi bilen ve durumu kavrayacak olan erleri yerlestirdikten sonra Marolya kalesine geldi. Marolya aslinda bir kadin olup adi geçen kalenin sahibi idi. Bu kadin, Serez hakiminin de akrabasi idi. Marolya, Serez'den yardim taleb etti. Oradan gelecek yardima güvendigi için baslangiçta direndi. Yigitçe savasti. Bu yüzden savas uzadi. Sonra Serez'den yardim gelmeyecegini anlayinca baris istemek zorunda kalip, kaleyi teslim etti. Sahibinin bir kadin olmasindan dolayi, daha sonra buraya "Avrathisari" dendi.

Marolya kusatmasi devam ederken Sultan Murad, Serez üzerine de Deli Balaban adinda gözü pek bir yigidi göndermisti. Deli Balaban, Serez'i kusatma altina aldigi için Marolya'ya yardim gelmemisti. Sultan Murad, Balaban'a yardim etmek üzere Lala Sahin komutasinda kalabalik bir birlik gönderdi. Lala Sahin önce Kavala kalesine yüklenmis burayi bir hamlede zapt ederek gümüs madenlerini ele geçirmisti. Oradan da Drama kalesine yönelmis ve kaleyi kisa bir zaman içinde feth etmisti. Oradan da Zihne'yi ele geçirmisti. Halka karsi yumusak davranmis, herkesi kendi topraginda birakarak onlarin, sultanin adaletinden hosnud olmalarini saglamaya çalismisti. Bu sekildeki tutum ve davranisin bir sonucu olarak Serez kalesine de baris yolu ile girilmisti. Ondan sonra da Karaferye kalesinin halkini zimmîlik hukukuna tabi kilacagina inandirip söz verdikten sonra almisti. Feth edilen kalelerin bakim, onarim ve korunmasi islerini tamamladiktan sonra 776 (1374/1375) tarihinde toplanan ganimetlerle birlikte Sultan Murad'in yanina döndü. Sultan, bu kadar ganimeti ve ülkeleri kendisine baris eden Allah'a hamd ettikten sonra Bursa'ya dogru harekete geçmek istiyordu. Tam bu sirada Sirplarin kendi topraklarina hücum etmek gayesiyle büyük bir ordu ile harekete geçmek üzere olduklari haberini aldi. Bunun üzerine Sultan Murad, kalabalik bir ordu hazirlayarak büyük oglu Yildirim Bayezid'i otaginda birakarak Gelibolu'ya gitti. Oradan da hiç vakit kayb etmeden Sirp diyarina yöneldi. Sirbistan hükümdari, Islâm askerinin kalabalik oldugunu görünce, dizginlerini kaçis yönüne çevirerek hazine ve kiymetli esyalarini kalelere koyup, ekili araziyi yaktirip zahireyi yok ettikten sonra kaçip gitmisti. Ülkenin halki da daglara çekilerek memleketi hos birakmisti. Ülkenin bos ve ekinlerin yakilmis olmasindan dolayi askerler bir kitlikla karsi karsiya kaldilar. Dört ay kadar süren bu hareketin sonunda Semendire yakininda bulunan Nis kalesinin feth edilmesine karar verilir. Bizans'in en müstahkem dört mevkiinden biri ve Trakya, Sirp ve Panuni arasindaki ulasim noktalarinin merkezi olan Nis üzerine yürüyen Sultan Murad, zorlu ve kanli bir mücadele ile burayi ancak 25 gün sonra feth edebildi. Hoca Saadeddin'in ifadesine göre "kalenin saglamligina güvenen kâfir, O yörenin bütün malini bu kalede saklamisti." Buradan bir çok mal ve esir ganimet olarak alindi. Böylece ordudaki kitlik da giderilmis oldu. Büyük Konstantin'in dogum yeri olan Nis'in Osmanlilarin eline geçtiginin duyulmasi üzerine Lazar baris istemek zorunda kaldi. Hammer'in ifadesine göre her sene Padisaha bin libre gümüs göndermek istegi yerine getirildi. Hoca Saadeddin ise bu konuda söyle der: "Padisah'a layik hediyeler ve armaganlarla elçi gönderip, kulluklarini bildirip kapiya kabul edilmelerini diledi. Üç yillik harac çikartip cihan hakiminin otagina sundu. Ayrica her yil elli okka gümüs göndermeyi de kabul etti." Bundan sonra Nis kalesi ile çevresinin korunmasi için tedbirler alindi. Bu arada harp ve sefer yorgunlugundan gücünü yitirmis olan gazilere yurtlarina dönme izni verildi.

Sultan Murad, ayni yil Sisman ile de baris yapti. Çünkü Sisman, Sultan Murad'a birçok hediye takdim etmis, bunun karsiliginda da sultan onu diger hükümdarlardan daha üstün tutmus, onu tekrar ülkesinin hakimi olarak yerinde birakmisti. Sadece her seferde padisahtan gelecek emre göre hazir olmasi gerektigi yolunda kendisine bir ferman verilmisti. Hammer, Sisman (Sosmanos)'in, vergi vermekten kurtulmak için kizini Sultan Murad'a verdigini belirtir.

Sonunda Avrupa'da baris kurulmustu. Orhan'in oglu (Sultan Murad), bütün yorgunluklarini bir kenara atip artik dinlenebilirdi. Kisi, yeni devlet merkezi olan Edirne'de geçirdi. Murad, üzüntüsüz, kedersiz ve savassiz alti yil içinde devletin iç isleri ile ugrasti. Ordu teskilâti düzeltildi. Sipahilerin timar usûlü ve bir nevi ulastirma askeri olan "Voynuk"larin kurulusu, mükemmel ve olgun duruma getirildi. Askerî malikâneler (yurtluk)in timar ve zeâmete bölünmesi, bazi kurallara baglandi. Islâm'in diger sancaklarindan ayird edilmek üzere sipahi sancaklari için kirmizi renk seçildi. Hz. Peygamber, alemi (sancak) için günes rengini (sanyi) begenmisti. Fâtimîler zemin (yesil), Emevîler gündüz (beyaz), Abbasîler gece (siyah) renkleri almislardi. Osmanlilar da kan rengini kabul ettiler, Iran'da sofiler tarafindan o kadar saygi görmüs olan gök mavisi, birçok asirdan beri Bizans sarayinin ve devletin seçkin memurlarinin begendikleri renkti. Osmanlilar zamaninda bu renge hiç ragbet gösterilmedigi gibi mavi, Mûsevîlerin pabuç ve serpuslarina tahsis edilmistir. Voynuk teskilati, padisahin tebeasindan olan hiristiyanlardan meydana gelmis bir asker grubu idi ki, seferlerde bayagi hizmetlerde kullaniliyorlardi. Ahirlari temizlemek, atlarin bakimi ve arabalari sürmek bunlarin isi idi. Bu hizmetlerinden dolayi bunlar her türlü vergiden muaf idiler. Osmanli sancaklarinin renginin tanzimi, askerî malikânelerin islahi, voynuklarin tesisi gibi önemli kuruluslar, savasin sonuna dogru vefat eden Lala Sahin'in ölümü üzerine beylerbeyi seçilen Timurtas'in himmeti ile olmustu.

ÇIRMEN ZAFERI

Osmanlilarin Balkanlardaki fetihleri, kisa bir zaman diliminde gerçeklesmisti. Bir bakima 10 yil içinde Gelibolu'dan Sirbisbtan'a kadar gelinmis, Adriyatik Denizi'ne kadar nüfuz ve tesir sahasi kurulmustu. Avrupa, Osmanlilara karsi U. Haçli seferini tertipleyerek Sirp Sindigindan 7 yil sonra tekrar talihini denemek istedi. Bununla beraber bu defa ki kuvvetlerinin eskiye göre biraz daha az oldugu, esas ve temel kuvvetlerin Sirplar tarafindan teskil edildigi anlasilmaktadir. Tarihte Ikinci Meriç veya Çirmen savasi diye anilan bu muharebede Sirp Krali Vukasin ile kardesi veliahd prens Uglesa maktul düsmüslerdi. Eflak (Romanya) prensi ise kaçmisti. Savasin bu sekilde sonuçlanmasi üzerine Sirbistan'da hanedan ve iktidar degismisti. 26 Eylül 1371'de kazanilan bu zaferle, Osmanlilar için Makedonya'nin kapilari açilmisti. Eski idarecilerinin tahakkümünden bikan halk, buralarda yeni bir sistem ve adalet anlayisi getiren Osmanlilari bekliyordu. Zira Sirp ve Bulgarlarin idaresi Bizans'inkinden de kötü idi.

Bu muharebe neticesinde Gazi Evrenos kuvvetleri tarafindan ikinci defa elde edilen Gümülcine'den baska Borla, Iskeçe ve Marolye; Kadiaskerlikten vezirlige yükseltilmis bulunan Kara Halil Hayreddin Pasa tarafindan da Kavala, Drama, Zihne ile Makedonya, Sirp kralliginin mühim sehirlerinden olan Serez ve daha sonra Karaferye zapt edildi.

Sultan I. Murad, Serez ve havalisine Anadolu'dan asiretleri getirip yerlestirmisti. Osmanli Devleti'nin bu iskân politikasi, kurulustan itibaren devam etmekteydi. "Osmanli Devleti, kurulus devrinde konar-göçer Türk asiretlerini yeni alinan bölgelerin Türlestirilmesinde kullandigi gibi, yerlesik ahaliye nazaran savasçi vasiflari, bir disiplin ve teskilât içinde olmalari sebebiyle de anlari fethedilen bu bölgelere nakl etmistir. Nitekim Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda asiretlerin Rumeli'ye geçirilip iskân edilmelerinde, feth edilen topraklardan kaçan halkin yerini doldurmak gayesi de kismen rol oynamistir. Bu kabil iskan hareketleri, kurulus devrinde devletin sik sik müracaat ettigi sürgün usulü ile yapilmakta idi. Bunlarin yanisira sonradan Rumeli'den de Anadolu'ya insan topluluklari nakledilmistir. Osmanlilar'in daha Rumeli'ye geçtikleri andan itibaren Türk topluluklarinin buraya nakledildikleri bilinmektedir. Türk topluluklarinin Rumeli'ye nakledilmeleri sirasinda, devlet tarafindan kendilerine zengin topraklar vermek, bütün akrabalari ile geçecek olanlara ise yurtluk, toprak ve timar gibi imtiyazlar tanimak suretiyle mühaceret tesvik edilmistir. Bu durum, fütuhati tesvik amaci tasidigi kadar, memleketin senlendirilmesi ve iskani gayesini de tasimaktaydi."

Çirmen zaferinden faydalanan Türk akincilari, bir taraftan Adriyatik sahillerini, diger taraftan Yunanistan'a inerek Attika yarimadasini taradilar. Bu sekilde Osmanli Devleti'nin tesir sahasi, hemen hemen bütün Balkanlari içine alan bir genislige ulasti.

Çirmen zaferinin meyveleri derhal toplanmaya baslandi. Bunun için

Sultan Murad, Rumeli fütûhati plânini emin, metin ve seri adimlarla gerçeklestirmeye çalisiyordu. Bu plânin iyi bir sekilde uygulanabilmesi için de gerekli tesebbüslerde bulunuluyordu. Nitekim bu maksatla Evrenos Bey, uc olarak kabul edilen Serez'i kendisine merkez yapti. Fakat daha sonra Bizans Imparâtorunun oglu olan Selanik valisi Manuel, Serez'i ele geçirmek için bir ayaklanma tertipledi ise de bu ayaklanma vezir Halil Hayreddin Pasa tarafindan bastirilmisti.

Bütün bu muvaffakiyetlerden sonra Osmanli kuvvetleri, Vardar nehri vadilerine girerken karsilarinda durabilecek bir kuvvet kalmamisti. Böylece bir buçuk veya iki sene gibi, harp ve devletler tarihi için çok az denebilecek bir sürede Vardar'in dogusundaki yerler Osmanli hakimiyeti altina girmisti. Bu esnada akinci kuvvetleri de Balkan yarimadasinin batisina dogru akinlarina baslamislardi.

Bulgar Krali Sisman ile Makedonya Sirp Krali'nin Samakov'da birlikte maglup olduktan sonra Köstendil'in elden çikmasi beklenen bir hadise idi. Hammer'in ifadesine göre, birçok kaplicasi, hasmetli kubbelerle örtülü on iki kükürtlü suyu, sehrin her tarafina içilecek su dagitan kanallari ve dagdan inen irmaklarla sulanan bahçeleri ile taninan Köstendil, ayni zamanda yakinlarinda altin ve gümüsten para basilan bir yer olmasi bakimindan da dikkat çekerdi. 1372 yilinda Köstendil ile çevresi feth edilerek burada bulunan Bulgar Prensi Çariçe Evdokia'nin oglu Kostantin, her türlü vergiden muaf olma karsiliginda sehrin (Köstendil) anahtarini Sultan Murad'a teslim etti. Böylece Kostantin, Osmanli hakimiyetini kabul ile vergi ve gerektiginde asker vermeyi taahhud etti. Hoca Saadeddin, Köstendil'in fethi ile ilgili olarak sunlari söyler:

"Adaleti ile ülkeleri tutan padisah, Allah'in verdigi destek ile açilan bahtini degerlendirerek cihad töresini sürdürmek ve yeni ülkeler zapt eylemek için bütün tedbirlerini almis bulunuyordu. Devletin gelismesi ile kendi öz benliginde yeni fetihlerin ve özlenen basarilarin belirmis olmasi, onu cihad sancaklarini açma yolunda bütün gayret ve himmetiyle çalismaya yöneltmisti. Rumeli uclarinda cihad yolunda ugrasan iyi niyetli beylerin, ülkeler feth eden padisahi çagirmalari üzerine 773 (M. 1372) yilinin baharinda büyük bir ordu ile tekrar Rumeli yakasina geçti. Ilk is olarak Lala Sahin'in Köstendil bölgesinde almis oldugu yerleri korumak ve geride kalan topraklar üzerinde kendi bayraklarini açmak için bu bölgeye hareket etti.

Köstendil tekfuru olan Konstantin, ülkesinin genisligi ve ordusunun kalabalikligi ile çevrede taninmis, Bulgar diyarinin hükümdari, altin ve gümüs madenlerinin bulundugu bölgelerin de hâkimi olmakla söhret yapmisti. Gücünün üstünlügüne gururlanarak çevresindeki "mulûke itaat etmez" bagimsizlik arzusu kara kafasindan çikmazdi. Ama ülkeler açan padisahin heybeti yüregine tesir etmekle onun üstün gücü ve kudreti ile kendi ülkesine dogru gelisi, devlet ve ikbal ile üzerine yürüyüse geçtigi haberi kulagina ulasinca, yenilecegini anlamis ye boyun egme yolunu tutmasi gerektigini kavramisti. Bunun için Kostantin, padisahi kendisine layik hediyeler ve degerli armaganlarla karsiladi. Sahip oldugu kalelerin anahtarlarini teslim ederek kulluk yolunda gerekenleri yerine getirdi. Böylece padisahin iltifatini kazanmakla sevindi. Ödeyecegi cizye ve harac ta tesbit edildikten sonra memleketini yönetme görevinin kendisine verildigini bildiren fermani aldi. Zamanin hükümdari da bu basaridan sonra tekrar Bursa'ya döndü."

Osmanlilarin, Makedonya'yi feth ederek Köstendil'e gelmeleri Yukari Sirbistan despotu Lazar Grebliyanoviç'i, Sultan Murad'la anlasmaya zorladi. Lazar, Osmanlilara vergi ile birlikte asker vermeyi de kabul ediyordu. Bu sekilde kral, prens ve despotlarin hakimiyetini taniyarak vergi ve gerektigi zaman muharebelerde yardimci kuvvet vermeleri genis ölçüde fetihlerde bulunan Türk devleti için büyük faydalar ve basarilar temin etti.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]